2024'ün son sayfalarına yaklaşırken, siyasi entrika, ekonomik sürprizler, insan hırsı ve dayanıklılığının nefes kesici anlarını harmanlayan bir kitabı kapatıyormuşuz gibi hissediyoruz.
Yıl, en deneyimli analistlerin bile beklenmedik olay örgüsünü yeniden okumak için geriye dönüp baktığı gerilimli bir roman gibi çözülerek sıradan olmaktan çok uzaktı. 2024 sadece bir yıl değildi; bir dersti. Tahmin araçlarımız ne kadar gelişmiş veya içgörülerimiz ne kadar keskin olursa olsun, geleceğin her zaman sürprizler barındıracağını bize hatırlattı.
2024 dünyası, Soğuk Savaş'ın Doğu ve Batısı gibi düzenli ideolojik bloklarla tanımlanmıyor. Bu blokların yerini, değişen bağlılıklar ve stratejik üçgenlemelerin karmaşık bir ağı alıyor. Milletler jeopolitik sahnede dans ediyor, kendi avantajlarının peşinde uyum sağlıyor ya da yeniden uyumlanıyor. Uluslararası ilişkilerin karmaşık sahnesi, bir satranç tahtasına benzer: her hamle dikkatle planlanır, her piyon büyük bir stratejinin parçasıdır. Ancak bu tahtada, taşların yer değiştirme hızı ve hamlelerin öngörülemezliği son dönemde dramatik bir şekilde arttı.
ABD Seçimlerinin Anatomisi: Siyasi Şoklar ve Suikastlar
Politik olarak, dünya sahnesi heyecan vericiydi. Dramatik bir hesaplaşmaya hazır gibi görünen ancak düşünülemez bir dizi olaya dönüşen bir ABD başkanlık seçimini hayal edin. Bir aday oylamadan sadece birkaç ay önce çekildi, diğeri ise bir değil iki suikast girişiminden sağ kurtuldu. Sonunda kazanan Donald Trump, en sadık destekçilerini bile şaşırtan kesin bir zaferle iktidara geri döndü.
Ekonomik olarak, dünya bir paradoks idi. ABD'de büyüme beklentileri aştı ve belirsiz olan küresel görünümde parlak bir nokta haline geldi. Pasifik'in diğer tarafında Çin, %5'in altındaki GSYİH büyümesi ve deflasyonist baskılarla mücadele etti ve dünyanın ikinci büyük ekonomisi için zorlu bir dönemin altını çizdi. Bu arada, uranyum fiyatları beklendiği gibi yükseldi ve Çin, dünyanın önde gelen otomobil ihracatçısı statüsünü sağlamlaştırdı bu sayede Çin, otomotiv dünyasında hem endüstriyel gücünü hem de küresel ticaretin değişen viteslerini yansıtan bir başarı olarak, dünyanın önde gelen otomobil ihracatçısı unvanını elde etmek için hızla ilerledi.
“Soğuk Savaş” mı yoksa “Sıcak Kaos” mu? Çizgiler eskisi kadar net değil!
Amerika Birleşik Devletleri, müttefikleriyle bağlarını sıkılaştırırken, karşılarında yepyeni bir güç dinamiği oluşuyor: Rusya ve Çin liderliğindeki bir "otokrasi ekseni." İran ve Kuzey Kore gibi oyuncuların bu eksene katılması, oyunun kurallarını yeniden yazmaya aday. Bu ittifakın etkisi yalnızca askeri alanda değil, ekonomik cephede de hissediliyor. BRICS grubu, Batı'nın ekonomik hakimiyetine meydan okumak için sahneyi genişletiyor. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan bu blok, İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni de saflarına kattı. Artık sadece bir ekonomik iş birliği platformu değil, küresel güç dengesine karşı bir meydan okuma sembolü. Amaç mı? Amerikan dolarının küresel ticaretteki hakimiyetini sarsmak.
Bu oyunun belki de en ilginç taşlarından biri Hindistan. BRICS'in bir parçası olan Hindistan, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Avustralya ile "Dörtlü Güvenlik Diyaloğu"na katılarak adeta iki tahtada birden oynuyor. Bu hamle, Hindistan’ın çok yönlü bir strateji benimsediğini ve bu satranç tahtasında kimsenin kolay lokma olmayacağını gösteriyor.
Kaosun ortasında, sürprizler yılın imzası haline geldi. Arjantin, BRICS üyeliğini reddederek gözlemcileri şok etti. BRICS’in cazibesine kapılmayan Arjantin, yeni devlet başkanı Javier Milei'nin kararıyla bu birliğe katılmaktan vazgeçti. Milei’nin açıklaması, uluslararası güçlerin cazibesi kadar, ülkelerin kendi iç dinamiklerinin de belirleyici olduğunu hatırlattı.
Grileşen Dünya ve Yaşlanan Liderler
Bir zamanlar, dünyanın iktidar salonları gençliğin enerjisiyle dolup taşan taze yüzlerle doluydu. Ancak bugün hikaye farklı bir hal aldı. Kıtalar ve siyasi sistemler boyunca, dümendeki yüzler yaşlandı, saçları daha grileşti ve adımları daha yavaş ilerledi. Zamanımızın liderleri, ortalama olarak, her zamankinden daha yaşlıdır; bu, hem küresel demografinin hem de yönetim sistemlerinin benzersiz tuhaflıklarının bir yansımasıdır. 2024 yılı, bu olgunun canlı bir resmini çizdi.
Amerika Birleşik Devletleri'nde, 81 yaşındaki Başkan Joe Biden, zihinsel keskinliğiyle ilgili artan fısıltılar arasında yeniden seçilme teklifinden çekildi. Yine de ülke gençliğe yönelmedi. Bunun yerine, 78 yaşında tanıdık bir yüz olan Donald Trump'ı seçti. Dünyanın diğer ucunda, dünyanın en büyük demokrasisi Hindistan'da, 74 yaşındaki Narendra Modi üçüncü dönemine başlarken, Endonezya'da, 72 yaşındaki deneyimli Prabowo Subianto göreve başladı.
2025 yılı şafağında, dünya liderleri kendi biyolojik saatlerinin tik taklarını yansıtıyor gibiydi. Bir hükümet başkanının ortalama yaşı tarihi bir zirveye ulaştı. Peki, bu gerçekten bir sorun muydu? Yaş, bilgelik ve deneyim getirir, ancak aynı zamanda düşüşün kaçınılmazlıklarını da beraberinde getirir: daha yavaş karar alma ve gençlerin önceliklerine karşı daha az duyarlılık. Yaşlanan liderlerin hikayesi tekdüze değildir; demokrasiler ve otoriter rejimler arasında çarpıcı biçimde farklılık gösterir.
Özgür ülkelerde, demokratik süreç gençleştirici bir güç görevi görür. Bu uluslardaki liderler, ortalama olarak, seleflerinden biraz daha gençtir. 1975'te 45 yaşın altında hiçbir demokratik lider yoktu, ancak şimdi üç tane var, bu da seçmen tercihlerinin ve seçim sistemlerinin değişen dinamiklerinin bir kanıtı.
Yine de demokrasiler yaşlanmaya karşı bağışık değil. Bugün demokratik olarak seçilen beş lider 75 yaşın üzerinde, 1975'te duyulmamış bir senaryo. Bu zıtlıklar hikayesinde, Amerika bir anormallik olarak öne çıkıyor. Son elli yılda, politikacıları giderek daha da yaşlandı. Kongre üyelerinin ortalama yaşı -59- diğer zengin ulusların normundan tam on yıl daha yaşlı. Neden? Görevdeki kişiler iktidarda sıkı bir kontrole sahip ve aynı nesil otuz yıldan fazla bir süredir Amerikan siyasetine hakim. Bu eğilimin yakın zamanda tersine döneceğine dair hiçbir işaret yok.
Otoriter ve karma rejimlerde, hikaye daha karanlık bir hal alıyor. Bu sistemlerdeki liderler, yaşa meydan okuyan bir şevkle iktidara tutunuyor. Bu uluslardaki bir hükümet başkanının ortalama yaşı keskin bir şekilde arttı. Hibrit rejimlerde liderlerin ortalama yaşı 62'dir, bu da elli yıl öncesine göre dokuz yıl daha fazladır. Otoriter rejimlerde ise değişim daha da dramatiktir. Ortalama diktatör 1975'te sadece 52 iken, otokrasilerin on bir tanesi artık 75 yaş üstü liderler tarafından yönetiliyor ve bu liderler, iktidardaki demir pençeleri gibi, bırakmaya isteksizler.
Liderler neden yaşlanıyor? Cevap, ülkelerinin daha geniş demografik yapısında yatıyor. Dünya genelinde, yaşam beklentisi keskin bir şekilde artarken, doğum oranları yavaşladı. Bu durum da, dünya grileştikçe liderlerinin de grileşeceğini gösteriyor. Yaşlanan yöneticilerin hikayesi sadece siyasetle ilgili değil; her kırışıklığın bir değişim, meydan okuma ve süreklilik hikayesi anlattığı, insanlığın kendisine tutulan bir aynadır.
Demokrasilerde, seçmenler daha genç yüzler arama seçeneğine sahipler, ancak nüfusların istikrarlı bir şekilde yaşlanması bunu daha az acil hale getiriyor. Ancak otoriter rejimlerde, halktan bir yetkinin olmaması, liderlerin bir demokraside emekli olabilecekleri noktanın çok ötesinde iktidarda kalmalarına olanak tanır. Yıllar geçtikçe, yaşlanan liderlerin hikayesinin grileşen bir dünyanın anlatısıyla iç içe geçtiği açıktır. Yarının liderleri muhtemelen yaşlanan toplumlarını yansıtmaya devam edecektir. Bunun endişe verici olup olmadığı, deneyimle yeniliği ve bilgelikle genç neslin ihtiyaçlarını dengeleyen sistemlere bağlıdır.
Gökyüzü Tahmin Edilir, Dünya Asla
Bu sırada, gözlerimizi gökyüzüne çevirdiğimizde bile insanlığın planlarının beklenmedik engellerle karşılaşabileceğini görüyoruz. NASA'nın Ay’a dönüş projesi, teknik ve lojistik zorluklar nedeniyle ertelendi ve en iyi hazırlanmış planların bile kesintiye karşı bağışık olmadığını kanıtladı. Yenilik de merkez sahneye çıktı. Otonom taksiler, gelişmiş teknolojiyi kentsel yaşama daha da entegre ederek erişim alanlarını genişletti. Havacılık meraklıları, SpaceX'in Starship roketinin hayranlık uyandıran test uçuşlarına tanıklık ederken, milyonlarca kişi, insanlığın büyük planda küçüklüğünün evrensel bir hatırlatıcısı olan tam bir güneş tutulmasına hayran kaldı. Ancak belki de yılın en şiirsel anı: milyonlarca insan, evrenin muazzam genişliğinde ne kadar küçük olduğumuzun alçakgönüllü bir hatırlatıcısı olan tam bir güneş tutulması sırasında gözlerini gökyüzüne çevirmesiydi. Gökyüzü tahmin edilebilir olabilirdi, ancak altlarındaki dünya her şeyden çok farklıydı.
İklim İçin Son Şans: 2025 Zirve Noktası mı?
2025 yılı, iklim değişikliği ile mücadelede bir başlangıç değil, bir dönüm noktası. Emisyonlar belki de zirve yaptı, belki de yapmadı. Ancak gerçek olan şu ki: bundan sonra atılacak her adım, küresel sıcaklık artışlarını kontrol altında tutmak için kritik. Şimdi tökezlemek, yalnızca bugünü değil, gelecek nesilleri de etkileyecek. 2025 yılı… İnsanlık tarihinde bir dönüm noktası olmaya aday. Bu yıl da, dünya nefesini tutmuş, küresel bir sorunun cevabını arıyor: sera gazı emisyonları nihayet zirveye ulaştı mı? Bu basit gibi görünen soru, aslında yeryüzündeki yaşamın geleceğini belirleyecek kadar derin. Küresel sıcaklık artışını Paris Anlaşması’nın belirlediği 1,5°C sınırında tutmak için 2025 yılına kadar emisyonların zirve yapması gerekiyor. Ancak, bu kritik hedefe ulaşmak, dünyanın karmaşıklıklarla ve eşitsizliklerle dolu gerçekliği karşısında hiç kolay değil.
Emisyonların hikayesi, aslında ekonomik kalkınma ve tarihsel sorumluluk arasındaki derin ayrımları yansıtan iki dünyanın hikayesidir. Sanayi Devrimi'nin öncüsü olan zengin ülkeler, emisyonlarını ekonomik büyümeden ayırmayı başardı. İngiltere 1973’te, Amerika 2007’de, Almanya 1990’da bu zirveyi gördü. Bu ülkeler için mücadele artık daha derin karbon azaltımları yapmak ve küresel karbonsuzlaşmayı desteklemekten ibaret. Ancak Çin, Hindistan ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkeler için tablo çok farklı. Sanayileşmenin ve ekonomik kalkınmanın beraberinde getirdiği emisyon artışı, bu ülkeleri zor bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor: Yoksulluğu azaltmak mı, çevresel maliyetleri kontrol altına almak mı? Örneğin, Çin, emisyonlarının zirveye ancak 2030 yılında ulaşabileceğini taahhüt etti. Fakat aynı Çin, yenilenebilir enerji üretiminde dünya lideri. Güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesini, dünyanın geri kalanının hızının iki katı artırarak bu alanda ezberleri bozuyor. Bu çelişkili görünüm, küresel mücadelenin doğasını açıkça ortaya koyuyor: Hem umut hem de belirsizlik. Dünya sera gazı emisyonlarının yaklaşık %30’unu üreten Çin, bu anlatının kilit oyuncularından biri. Ülkenin emisyon trendindeki herhangi bir değişim, küresel iklim mücadelesinde dalgalanma etkisi yaratıyor.
Ancak net bir gerçek var: Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlı tutmak için artık yavaşlama lüksümüz yok. Net sıfır hedefi, yalnızca bir hırs değil, tüm sektörlerin, ülkelerin ve bireylerin birlikte çalışmasını gerektiren bir zorunluluk. Sanayiden enerjiye, ulaşımdan tarıma kadar her alanda değişim kaçınılmaz. Yasal düzenlemelerden yenilikçi karbon muhasebesi teknolojilerine kadar her bir çözüm, bu zorluğun üstesinden gelmek için kritik önem taşıyor. Ortak geleceğimiz için, artık zaman daralıyor. Yokuş aşağı bir yarışa başladık ve bu yarışı kazanmak, yalnızca hükümetlerin değil, herkesin katkısıyla mümkün olacak. Şimdi harekete geçme zamanı. Bu bir görev değil, insanlığın en büyük sorumluluğu.
2024’ü Kaparken…
2025 yaklaşırken, dünya siyah ve beyaz bir satranç tahtası gibi değil, değişen tonlardan oluşan bir mozaik gibi hissediliyor. Eski Soğuk Savaş sadeliği; baş döndürücü ittifaklar, rekabetler ve çelişkiler dizisine yerini bıraktı. Her ülke kendi gündemini takip ediyor ve uluslararası düzeni tehlikeli bir denge eylemi haline getiriyor. Soru şu: Bu değişen dinamikler istikrara mı yol açacak yoksa kaosa mı sürüklenecek? 2025 yılı, küresel iklim mücadelesinde bir dönüm noktası olabilir. Sera gazı emisyonları zirveye ulaştı mı? Yoksa hâlâ yokuş yukarı bir tırmanış mı sürüyor? Net sıfır hedefi, artık bir seçenek değil, bir zorunluluk. Liderlerin biyolojik saatleri ve insanlığın karbon bütçesi aynı anda tükeniyor. Değişim, hem gökyüzünde hem yerde sürüyor. İlerlemek için yenilik, azim ve ortak bir sorumluluk şart!
Ve böylece, 2024'ü kapatırken, kalem bir sonraki bölümün üzerinde geziniyor. Bu yıl bize bir şey öğrettiyse, o da geleceğin bizi şaşırtmanın her zaman bir yolunu bulacağıdır. Satranç tahtasındaki taşlar hareket ettikçe, uluslararası ilişkilerin ne kadar dinamik ve öngörülemez olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Piyonlar ilerliyor, vezirler saldırıyor, şahlar savunmada. Ve bizler, bu büyük strateji oyununu hayranlıkla izlemeye devam ediyoruz. Çünkü bu oyunda, son hamle henüz yapılmadı. Tek yapabileceğimiz meraklı kalmak, uyum sağlamak ve her şeyden önemlisi sayfayı çevirmeye hazır olmaktır.