Umut Her Zaman Vardır
Yaşam dümdüz bir çizgi gibi değildir, inişler ve çıkışlarla devam eder gider. O inişlerde ve çıkışlarda umutlar, umutsuzluklar, başarılar, başarısızlıklar, hayaller, hayal kırıklıkları vardır.
Bazen insan umutların tümüyle tükendiğini hisseder ve kendisiyle ilgili ciddi kararlar alır. Başka bir işe başvurmak, başka bir kente göç etmek, hatta başka bir ülkeye gidip yerleşmek gibi. İnsan umudunu yitirdiğinde yaşamının anlamı da kalmaz. Onun için umut bitmez, ama ileride yeniden canlanacağı ana kadar geçici olarak tükenme aşamasına gelebilir.
Bazen insan umutların tümüyle tükendiğini hisseder ve kendisiyle ilgili ciddi kararlar alır. Başka bir işe başvurmak, başka bir kente göç etmek, hatta başka bir ülkeye gidip yerleşmek gibi. İnsan umudunu yitirdiğinde yaşamının anlamı da kalmaz. Onun için umut bitmez, ama ileride yeniden canlanacağı ana kadar geçici olarak tükenme aşamasına gelebilir.
Hukuka, bağımsız yargıya, işlerin düzelebileceğine olan umudumuzu yitirdik. Umutlar tükendi. Son ana kadar hala bir hukuk kırıntısı kalmış mıdır acaba diye bekledik. Kalmamış. Bana hep sordu gençler: “Hocam hala umutlu musunuz?” diye. Ben de hep aynı yanıtı verdim: “Umut her zaman vardır.” Liseleri ziyarete gittim, gençlerle ekonomi ve sosyal sorunlar üzerine sohbet ettim. Çıkarken çoğu yanıma gelip “yabancı ülkelere nasıl vatandaş olunabileceğini” sordu. Her seferinde “bunu asla düşünmeyin, gidip oralarda okusanız bile ülkenize dönmeyi burada bu topluma yararlı olmayı düşünün” dedim. Bir seferinde arkamdan bir kız öğrencinin arkadaşlarına “iyi adam ama biraz eski kafalı, yabancı ülkelere vatandaş olmayın diyor” dediğini duydum.
Burası bizim ülkemiz, başka Türkiye yok. Gün gelir umutlar tükenmiş gibi olur ama gün gelir umutlar yeniden doğar. Ben böyle zamanlarda hep Mustafa Kemal’i düşünürüm. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında kafası ve yüreği Türkiye’yi işgalden kurtarmak ve çağdaş uygarlığı yakalayabilecek yepyeni bir ülke kurmak fikriyle doluydu. Oysa koşullar berbattı. Nutuk’un o günün koşullarını anlatan açılış cümlelerini okuduğunuzda aynı gemiyle niçin İstanbul’a dönüp bu işlerden vazgeçmediği düşüncesi yanıp söner kafanızda. Oysa o bunu aklına bile getirmeden umudunun peşinden gitti.
Bugün tarikatların, saçma sapan derneklerin, din bezirganlarının elinde Atatürk’ün çağdaş uygarlık idealinden kopmuş görünen bir ülke var. O gün de öyleydi. Koskoca bir imparatorluk Sevr Antlaşmasıyla kıskaca alınmış, bir zamanlar yönettiği Yunanistan’ın işgaline uğramış, umudunu yitirmiş bir konumdaydı. İnsanlar parça parça bir yerlerde çete savaşı veriyor olsa da toplum, genelde umudunu yitirmiş, kaderine razı olmuş, Sevr’in çizdiği daracık sınırlara sıkışmayı bekler havadaydı.
Türkiye bu sıkıntıları, saçmalıkları, bilim dışılıkları aşacak güce sahiptir. Bugünler geçecek. Hukuk yine üstün olacak, yargı bağımsız olacak, erkler ayrımı yeniden gerçekleşecek, medya yine doğruları yazabilecek, üniversite safsata yerine yine bilimle uğraşmaya başlayacak hiç merak etmeyin. Benim merak ettiğim bir tek şey var: Kaybettiğimiz zamanı geri kazanabilecek miyiz? Çünkü Osmanlı’nın 18’inci yüzyılda kaybettiği aydınlanmayı biz kısmen ancak 20’nci yüzyılın başında Atatürk Devrimleriyle yakaladık. Ve ne yazık ki 21’inci yüzyılın başında onları yine kaybettik. Kaybettiğimiz zamanda başkaları farkı açtı gitti, biz hala orucu nelerin bozduğuyla uğraşıyoruz.
Bütün bu karamsar görüntülerin umutları tükenme noktasına getirdiği doğrudur. İnanılmaz bir beyin göçü dalgası yaşandığı da doğrudur. Her şeye karşın umut her zaman vardır.
Umudun tükenmiş göründüğü an, yeni umutların doğmaya başladığı andır.
Dr.Mahfi Eğilmez
Dr.Mahfi Eğilmez